BLOGGER TEMPLATES - TWITTER BACKGROUNDS »

27 Ekim 2010 Çarşamba

sularda yürüyorum yürüyorum, ayağım kuru kalıyor.

Sözlüğü açtım baktım bu seneki güncel konumuz yağmur çizmeleri olmuş. Geçen seneki sonu gelmeyen ugg entryleri bu sene büyük bi ihtimalle bu çizmelere kayacak. Ben de bişiler yazayım dedim. Ama buraya.

Her ne kadar İzmir'i Karadeniz'in herhangi bir iliyle kıyaslayamayacak olsak da sonuçta yağmur alan bir yer. Bu güne kadar b.k varmış gibi yazdan kışa giyilecek bütün ayakkabılarımı converse alan ben, bu sene dedim ki bu böyle olmayacak genç git kendine adam gibi bişi al. Bunu dememdeki en önemli sebep tabiki de canım 86nın yokuşta konuşlanmış olması. Yağmur yağdığında sokağa girdiğim anda beni karşılayan debisi Fırat nehrine ulaşmış yağmur sularından usandım arkadaş. Bi de ayağında converse varsa vay haline. Bütün günü fırş fırş, pirinç havzasında çalışan Çinli gibi geçiriyorum resmen.

Neyse işte dedim kendime gideyim bi yağmur çizmesi alayım. Gerçi bi yere gitmekten ziyade kıçımın üstünde oturduğum yerden bi alış veriş yaptım. Ha daha elime gelmedi ama olsundur. Güzel de bişi zaten sevgili Greenberry ile seçtik. Çarşı pazar dolaşsan bulup da alamazsın o çizmeyi adamım, yo yo alamazsın.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

TGIF vs TGIS

Geçenlerde markafoniye girdim ne var ve yok diye. "Thanks god it's sunday" diye bir marka yaratılmış. Ürünlerini eleşitmekte değilim de adı bende bi mantık hatası varmış hissini uyandırdı. Şöyle ki TGIS, baya baya Amerikan arkadaşlarımız tarafından kullanılan Thanks god it's friday (TGIF) teriminden bi hayli arak. Ne yapar bu gençlerimiz cuma günü geldi heleloy tatil içicez happy hourlar olsun sabahlar olmasın diye sevinir ve bu öbeği sarf eder.

Geliyoruz önemli noktaya. Bir insan pazar olduğu için neden sevinir ki? Evet, hafta sonu tatil günü olabilir ama ertesi gün sabahın köründe uyanmak, yollara revan olmak, işe/okula gitmek bir yığın gereksiz ivir ivir muhabbete katılmak zorunda kalmak gibi eylemlere gark olacağını bilmek bence bir insanı "şükür yarabbim bugün de pazar!" demekten alıkoyar.

Thanks god it's a default saturday in july...

29 Mart 2010 Pazartesi

Rikimar Tin gaymiş.


Evet de biz zaten biliyorduk?!?

19 Mart 2010 Cuma

Farkındayım bi ilerleme var gerçekten de

Belki inanmıcaksınız ama birazdan yazacaklarım modayla "biraz" alakalı. Biraz kelimesini tırnak içine aldım çünkü hala bu moda blogunun temelini oluşturabilcek bi konu değil.

Konumuz oje.

Geçenlerde feysbukuma eklediğim bi site olan zelfist'in postladığı olaylardan biriydi. Mantar rengi oje. Dedim ben niye yazmıyorum ojeyle alakalı bişi. Her gece sinirden tırnaklarımı kemirip yatmadan önce de annemin deyimiyle tamir ediyorum onları. Neyse efendim işte ojelerin de her sene modası varmış da bu sene de mantar rengiymiş moda. Mantar rengi de bu kipada falan satılan kültür mantarı rengi bu arada mor desen mor değil gri desen o hiç değil. Benim aklımaysa hep kırmızı üzerine beyaz benekleri olan mantarlar gelir. Ya küçükken çok şirinler izlediğimden ya da evlerimizin demirbaşı meydan larousse'ların içinde kuşe kağıda basılmış yenesi mantar fotoğraflarından en çok sevdiğim zehirli mantarın öyle kırmızı olmasıdır bende bu etkiyi yaratan, bilemedim şimdi. Orda yazanları biraz daha okursanız eğer bi ojenin 60 tl olduğunu da görceksiniz. Afedersiniz de insan güzelinden bi oha çekiyor yani. Ne gereği var arkadaşım 60 milyonla ben 1 hafta geçiriyorum be!

Aman her neyse. Canım sıkkın şu ara, yarına deli teslimim var ama bi o kadar da uykum var şu an bari kendi ojelerimden bahsedeyim size. Oje güzel bişi arkadaşım ve kızı da erkeği de beğeniyor gayet. Erkek bireylerinin beğenmesinin sebebi hatun kişilerinin kendilerine bakmasından kaynaklı tabiki, yoksa "Kerem geçen gün öyle bi renk oje aldım ki aklın uçucak!" diyen bir erkek tanımıyorum çevremde şükürler olsun. Neyse gençler, oje rengi olarak pembe kırmızı ve mor tonlarını hakkaten seviyorum. Bi üst kademesi fuşya skalası ne kadar cart o kadar süper hatta. Mavi tonları da güzel oluyo ama bu renklerin oje bazında üretilmesini istemeyen insanlar da tanıdım ki bahaneleri "bence yakışmıyor". Turuncu sürdüm bi kere ellerimi tarhanaya bandırmışım da üzerinde kurumuş kalmış gibiydi yeşil de aynı işlemi bataklık suyuyla yapmışım gibi olmuştu. Sürdükten sonra bi bakmak lazım işte oldu mu olmadı mı diye. Gerçi o kadar acı çekerek oje sürmüşüm kurutmuşum bi daha aynı işlemi yapmayı yer mi bünye onu da sorgulamak lazım.

Bir sonraki hedefim şu mantar renginden almak bi de kahverengi. Tabiki de 60 kağıt saymıcam daha delirmedim o kadar. Onları da alıp sürersem paylaşırım belki sizle ya da paylaşmam. Blog benim değil mi sonuçta? (Atar yapıyorum ara ara mazur görün)

28 Şubat 2010 Pazar

86 needs some new toys..

Annemlerin yurtdışına gitmelerinin her zamanki gibi bana düşen rolü Karşıyaka'ya gidip Celeste'ye bakmak oldu. Normalde artık eve böyle 3 5 günde bir gitmiyorum, burada büyüdüğüm odam evimden daha yabancı artık. Neyse ağdalı sözler kullanmaya gerek yok sadede geleyim Karşıyaka'da bulunduğum zamanlarda evimde yapamadığım tek bir şey var o da televizyon izlemek.

86 konseptini bilmeyenler için söylüyorum, evde televizyon var ama duvara dönük. yani açılıp da izlenen bir alet değil. Babam dalga geçer böyle daha güzel gösteriyo heralde diye hatta. İşte ne bileyim bi arkadaşa gidilir orda izlenir eve gelinir anca öyle yani televizyonla ilişkim. 86da bir seneyi devireli bi 4 ay oldu ama şimdi yeni yeni ulan televizyon mu alsam acaba demeye başladım. Bugün anladım ki televizyon olunca insan hiç bişiyi takmıyor ya. Mesela birazdan Gossip Girl başlıcak hala niye reklam var tek derdim o şu an.

Ha bi de reklamları izliyorum ne var ne yok diye. Tivibu diye bişi çıkmış bana bu yazdığım televizyon alma düşüncesini bıraktırabilir gibi, bi 11880 bi de 11818 var, ben balık ayhanlı reklamı daha çok sevdim ama neden iki tane numara var anlayabilmiş değilim bi de Braun yeni başlayanlar için epilasyon hedesi çıkarmış. Bunu alıp sınıfta 3 5 kişiye versem ne hora geçer ya.

20 Şubat 2010 Cumartesi

Pes dedirten olaylar için irdeliyoruz: PES


Şimdi tam bir asosyal değilseniz hayatımıza teknolojik istiladan sonra gelen "pes" kelimesini ve pek sevdiğimiz xy bireylerinden de "pes atma" öbeğini duymuşsunuzdur elbet. Pıley sıteyşın aldırma nedeni olan bu futbol oyunu artık doğuştan kazanılan bi yetenek gibi bişi. Bütün erkek arkadaşlarımızın boş zamanlarını geçirdiği olay. Bunların üzerine "ulan kız arkadaşlarımız da oynasa ya" serzenişleri bir yığın sözlükte irdelenmekte. Biz de sevgili kenkeyşınım Zeneplan bu pes olayına girmeye karar verdik.

Şimdi Zenap ağlar, ben önceden biliyodum niye yazmadın kerşim diye. Hemen belirteyim; kendisi bir dönemini "bakkala manava kim gidecek" sorusunun cevabını bulmak için pes'e adamış bir ablamız.

Bu backgrounddan sonra gelelim hayatımızdaki Pes olgusuna. Bir diğer sevgili arkadaşımız olan Kımıl abisiyle eve çıkınca biz de doğal olarak öğrencilik hayatımızı çeşitli yerlerde kalarak geçirmeye başladık. E pek doğal hep bi muhabbet hep bi geyik yeter. Napalım napalım dedik abi şu Pesi açalım takılalım. Bu anlattığım yeni yaşanmış bi hadise de ben de daha önceden Kemalle beraberken "abi aç da göster bebeyim şu tuşları falans" temasıyla Pese başlamış bi insanım. Herneyse, geçen akşam yine kımıllardayız, arkadaş uyudu biz de sıkıldık tabi zeneple. İçki sigara bi yere kadar; hadi abi kapışalım dedik, güzel olur dedik, artı puan bunlar dedik, geleceğe yatırım dedik, açtık oyunu. (Gerçi o açma evresi baya sancılı geçti de onu yazarsam bu blogu başkasının yazdığını sanabilirsiniz, öyle bi beyin yoksunluğuydu bizimki, herneyse.) Böyle "abi ne olcaksın" modundayız her zamanki gibi hasbelkader seçiyoruz ben çelsi olcam ben mençıstır, barça falan takılıyoruz. İşte biraz pas çalışması üç beş beleşe atılan/yenilen gol derken sıkıldık uyuduk vs.

Ertesi gün kalktık yine ne yapalım ne yapalım hadi devam edelim derken "abi fener gassaray kapışalım" dedi zenap. Ben fenerliyim, bu da gs hadi güzel olur eğleniriz dedik. Demek istiyorum ki: OMFG! yok böyle bişi ya. Bi gece önceki sallama oynayışın yerine gerilmiş, heyecan yapmış alıcam lan bu maçı diyen hatunlar olarak takılıyoruz. Arada yemek söylemiştik o geldi, direk abi şu bitsin sonra yeriz şimdi kalkamayız başından modu. Benim en güldüğümse artık nasıl kasılmışsak oynarken, pideyi tutamamak tutarken de zangırdamaktı hatta "olm tutamıyorum titriyorum" diyen zenapa "eet olm yeaea!" demek aşkların en güzeliydi haggaden.

Skora gelirsek açık konuşucam ilk dakkadan gol yedim, kaleyi boş bıraktım, it gibi koştu gol oldu. Ama sonra çok şık bi corner vuruşundan golü bulmayı bildim, şerefimizi kurtardım sayın fenerliler. Tabi penaltı nasıl atılır nasıl yakalanır bilmediğimizden fener yine yenildi. Ama cornerden gol attım yani. Evet CORNER.

Demek istediğim şu ki. Pes'e yeni başlıosanız gidin kendi takımınızı alın böyle kapışın yoksa hayatta insan konsantre olmuyor bu olaya. Ha bir de başınızın dibinde X'e bas kareye üçgene diyen insanlar olmasın sinir bozuyorlar. Penaltılara kalırsa maç o arkadaşları çağırın yannız. Bir diğeri kızlar çok çamur oynayabiliyor. Dün baya çirkeflik yaptım şahsen. Sonra etrafınızda mümkünse sizin takımınızdan adamlar olsun, karşı takımdakiler gol yerseniz moralinizi bozuyorlar eceyib. Başkaaaa neyse aklıma bişi gelmedi şimdi. Ama olsa ne oynarım ya asdfkasdfj.

31 Ocak 2010 Pazar

"mmmm sweeeeet"

bugün tatile girmenin üzerinden bi 2 hafta falan geçti heralde. İşte tam kötü zamanlar bunlar insanda ulan okul olsa kafamı bişiye taksam ne bu böyle boş boş sıhıldım nidalarının tohumlarının atıldığı zamanlar. Böyle düşünmeye başladıysanız, üzgünüz sizi kaybettik.

Sağlıklı bir birey olmak için yapmanız gerekenler:

Okulda hayatınızın nasıl boka sardığını hatırlayın. Her günün bir gün sonrası teslim için son gün olduğunu kendinize hatırlatın. Ha ben 5 ay yatıyorum 2 hafta çalışıyorum bölümünde okuyorsanız şanslısınız vesselam demekten başka bişi gelmiyor elimden. Ballı boklar sizi.

Kafanızı takıcak bişi bulun. Yeni hobiler edinin. 5 sene önce aşık olduğunuz kişi uğruna aldığınız gitara sarabilirsiniz. Ya da fotoğrafçılığa başlayın ama cep telefonuyla olmasın o.

Evde oturmaktan sıkıldıysanız 2 seçenek sunuyorum size.

Dışarı çıkın kerşim! Tatilde sıkılıyosanız bunun tek nedeni vardır. Tam anlamıyla yalnızsınızdır. En yakın arkadaşlarınız "memleket" adını verdiğimiz yerlere gitmişlerdir. Diğer arkadaşlarınızn da kız/erkek arkadaşı vardır. Ya da askerdedirler. Hal böyle olunca ilk bir iki haftanız evde kendinize yettiğinizi dünyaya ispatlayacak şeyler yapmakla geçer. Saçma sapan tarifleri deneyebilir, gecenin yarısına kadar deniz kenarında yürüyebilir, eve gelip ezan okunana kadar film izleyebilirsiniz. Daha sonrası için diyorum ki tanımadığınız insanlarla tanışmaya yönelik işler yapın. Ekşi Sözlük zirvelerini bu yüzden seviyoruz mesela. (Dün akşamkine gidememiş olmam da ayrı bi üzüyor beni bu arada. Celeste seni seviyorm ama artık mamanı kabına dökmeyi öğrenme zamanın geldi bebeğim.)

Şimdi de ikinci seçenek: Bulunduğunuz şehirin dışına çıkmak. İlla ki vardır bi yerlerde arkadaşınız. Alın çantanızı gidin yanına. Kafanıza göre yaşayın. Tanımadığınız bir şehirde tanınmıyorsunuz da. Kendinize farklı kimlikler yaratabilirsiniz, gerçek adınızı kimsenin bilmesi gerekmiyor. Tadını çıkarın.

Doğumgünü tatile denk gelenler için geliyor bu başlık.

Etrafınızda çok az yakın arkadaşınız olabilir. Olsundur. 2 senedir tanıdığınız oysa içini bilmediğiniz insanlarla yakınlaşabilirsiniz. Daha da güzeli bütün sevdiğiniz insanlar gelince tekrar bi kutlamaya çıkabilirsiniz. Ühühüh kimse yok :( gibi emolaşmak yakışmıyor size. Salaklaşmadan polyannacılık oynamanın da kimseye zararı yok. Çıkın gezin takılın sabaha kadar. Bugün sizin doğumgününüz, gidin giyinin kendinizi iyi hissetmeniz gereken daha iyi bir gün yok yıl içinde!
(bence okul bittkten sonra cosmogirl'e falan başvurmalıyım)

Sonuç olarak:
İnsanın her şekilde kendisine yetebilmesi güzel bişi ya. I love myself.

XoXo. (ahaha evet Gossip Girl izliyorm şu an, Blair iyisin.)

29 Ocak 2010 Cuma

Her 6 ayda bir diş hekimine görünmenizi salık veriyorum.

Bugün buraya yine hayatımda ilk kez başıma gelen bi olayı yazacağım. Sanırım böle bişi olmasaydı yazmazdım da zaten. Aman neyse işte..

3 ay önce sert bir turşu yüzüden diş doktoruna taşınır oldum. Doktor dedi kanal yapıcaz edicez, tedavi başladı ama üzerinden onca zaman geçti değişen bişi yok, dedim çek gitsin sıkıldım bu durumdan; Demez olaydım. Küçük yaşlardan beri ortodontistti bilmemneydi bi alışkanlık var dişçi koltuğuna ama bu baya ağır bi travmaydı yani. "aheauehauh 22 senedir beraberiz canım artık her güzel şeyin bi sonu var falans" diye dalga geçerken kolum kadar tornavidasal ve kerpetensel diş söküm sistemlerini gördükten sonra öhöm diye bi kıpırdandım o koltukta. Uyuşturucuyu yerken babamla Girit - Rodos muhabbeti yapan diş doktoruma da artık bişi diyemiyorm. Zamanında çok beddua ettim kadına, oğlunu Hakkari'ye göndermişler askere. Kendimi suçlu hisseder gibiyim.

Neyse efendim ağzım uyuştuktan sonra hanım teyze önce o tornavidayla bi kanırttı dişimi sonra da bi 4 dk süren çekim işlemi başladı. Acı yok da bişiyin çekildiğini hissediyorsun arkadaşım. İçimden oha oha OHAEAAEHAAA modunda sayıklarken bi yandan da ulan diş çıkıcak aniden yerinden, kadın bi de ağzımı burnumu kırıcak o aletle diye tedirginim. Neyse ki böyle bi olay yaşamadık. Diş denen şey baya büyükmüş yannız. İstediğim için aldım, şu an evimde. Kusmadan bakabilceklerine inananlara gösteriyorum. Ha bir de ağzımın içindeki boşluğu tarif etmem baya zor. Diş çektirdikten sonra yemek yememek, bişi içememek ve o boşluğun sürekli kanaması gibi olaylarla karşılaşılıyor yannız. Ha bi de sosisli bişi yemeyin lan damağımı mı yiyorum moduna girebiliyormuş insan. Hani olur da başınıza gelir aklınızda olsun. Öyle oh bitti gittilik bi olay değil malesef.

Ha bir de. Doktor ağzımı çalkalamamı ve tükürmemi yasakladığı için bir vampirin 1 yılda bulamadığı kan kadar kan yuttum eve gelene kadar. En son eeyh yeter midem bulandı diye sokağa bir izimi bırakmaya karar vermişken yoldan geçen teyzenin ağzımdan çıkan kanı görmesi ve üzerime doğru araba mı çarptı sana iç kanaman mı var diye koşmasına hala anlam veremiyorum. Teyze, zaten kafam güzel, midem kan dolu, ağzımda eşşek kadar tampon, dudaklarım uyuşturucudan yamulmuş, bana gelmişsin "112yi arayalım" diye bağırıyosun. Neyse ki derdimi anlatacak kadar iyiydim de yırttık ambulanstan falan. Neyse insanlık ölmemiş en azından sklfjafjasdf.